içerik yükleniyor...Yüklenme süresi bağlantı hızınıza bağlıdır!

MUSTAFA KEMAL ANLATIYOR;

MUSTAFA KEMAL ANLATIYOR;

          Ulusal bilincimizin dirildiği Çanakkale Deniz Zaferi’nin ve Gelibolu Kara Savaşları’nın en önemli halkası  10 Ağustos Anafartalar  Zaferi’nin  105.. Yıldönümünü yaşıyoruz.

          Mustafa Kemal’in Anafartalar’da kazandığı utku ve 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi, Türk Ulusunun emperyalizme karşı direnişinin başlangıç tarihi görülebilir. Bu başarılar, sonraları Ulusal Kurtuluş Savaşı’na erişen, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çağdaş kimliğine açılan gurur ve güven yolumuzun kapıları olmuştur.

          Mustafa Kemal’in Anafartalar cephesinde,  savaşı yönettiği tepeye bugün ‘Kemalyeri’ deniyor ki, güneşin tepeler ardından doğuşu gibi, O da Kemalyeri tepesinden Türk tarihine bir güneş gibi doğmuştur. Bu nedenle, Anafartalar Zaferi’ni de Türk tarihinin Kemalyeri biliyoruz.

            Şimdi, Albay Mustafa Kemal’in ağzından dinleyelim bu büyük kahramanlığı:

          “10 Ağustos 1915. Conkbayırı’nı almak ve bütün Boğaz’a hâkim olmak için İngilizler 20 bin kişilik kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. Tümen Komutanı ve diğer subaylarını çağırdım.

           Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim. Siz ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız dedim. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı’nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 04.30’da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allan Allah sesleri bütün cephede, karanlıkta gökleri yırtıyordu.

          Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hâkim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım. Elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey’den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu şarapnel, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı. Aynı gün gece yani 10 Ağustos günü beni ölümden kurtaran ve parçalanmış saatimi Ordu Komutanı Liman Von Sanders Paşa’ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı. Kendisi de altın cep saatini bana hediye etti.

           Bu hücumlarla İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi. Çanakkale’nin geçilmeyeceğini anlamış oldular”

                      *       *       *

            Ulusal Kurtuluş Savaşımızda düşmana son darbeyi vuracağımız Büyük Taarruz 26 Ağustos 1922 günü, sabah saat 5.30’da Türk topçusunun Yunan mevzilerine açtığı top ateşi ile başlar. Bu taarruzun ağırlıklı merkezi Afyon güneyinde tepeler zinciridir. İngiliz uzmanların ‘altı günde geçilmez’  dedikleri bu cephede, Türk topçusunun ateşi ile Yunan savunma mevzileri iki saatte yarılır. Bu yarma bölgesinin batısında Çiğiltepe bulunmaktadır ki, çok sarp ve dikenlik bu tepenin ele geçirilmesi, Türk askerinin güvenli şekilde Batı’ya akışı için çok gereklidir. Fakat düşman Yunan Ordusu bu tepeyi terk etmemek için direnmektedir. İlk gün düşürülemeyen bu tepeye Türk askerinin taarruzu 27 Ağustos günü de devam edegelir..

            Durumu Kocatepe’de izleyen Başkomutan Mustafa Kemal, taarruzun başındaki Tümen Komutanı Albay Reşat’ı telefonla arayarak, hedefe ne zaman varılacağını, tepenin ne zaman ele geçirileceğini sorar. Tümen Komutanı Albay Reşat Bey’in karşılığı “Komutanım söz veriyorum, yarım saat içinde hedefime varacağım’ olur.

             Geçen dakikalar sonrası saat 11.00’de Mustafa Kemal, ikinci kez telefon ettiğinde, yanıtını Reşat Bey’in emir subayından alır. Emir subayı Reşat Bey’in, komutanına eriştirilecek bir not bırakarak, çadırında intihar ettiğini söyler.  Albay Reşat, Başkomutanına eriştirilecek notunda şöyle yazmaktadır: “Komutanıma verdiğim sözü yapamadım. Muvaffak olamamak beni hayatımdan bizar etti”

             Albay Reşat Bey, ele geçirmek için verdiği sözü yerine getiremeyişinin bedelini canıyla öder; Çiğiltepe, aynı gün saat 15.30’da Türk hâkimiyetine girer, tepeye Türk Sancağı çekilir. Türk askerinin Afyon ovasında Batı’ya doğru yürüyüşünün önü açılır.

             Atatürk, bu olayı şöyle anlatır:

            “Bu misali Reşat Bey’i takdir etmek için söylemiyorum. Böyle bir hareket bizce kabul edilemez. Yalnız ordumuzda subayların, komutanların kendilerine verilen vazifeyi yapmakta gösterdikleri fedakârlığı ve namus hissini söylemek isterim. Hakikatte ordumuzdaki subaylar ve yüksek komuta heyeti yekdiğerine karşı böyle bir muhabbetle, hürmetle, emniyetle, itimatla bağlıdır ve üstten aldıkları emri bir namus kabul ederek yerine getirirler.”

             Atatürk, Reşat Bey’in bu soylu kimliğini unutmadığını, 1934 yılında kabul edilen Soyadı Kanunu gereği O’nun varislerine ‘Çiğiltepe’ soyadını vererek göstermiştir. (Soyadını Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün verdiği Albay Reşat Çiğiltepe ismi, O’nun anısını yaşatmak için Ankara-Mamak’ta bir ortaokula verilmişti. Ulusal kahramanlarımızın adlarının bir bir silindiği bu günlerimizde, MEB'na bağış yapan bir kişinin adı bu okula verilmekle, bu okuldan da ulusal kahramanın adının silinmesinden çekinilmedi.))

              Ki, tümcelerini alıntı yaptığımız Dr. Cihangir Dumanlı’ya göre “Bu olay Türk subayının vazife anlayışını, komutanına bağlılığını ve fedakârlığını gösteren örnek bir olaydır. Kurtuluş Savaşımızı kazandıran bu yüce ruhtur.  Bu ruh subaylara askeri okullarda ve Harbiye’de verilir, kıtalarda geliştirilir. Bu ruh Türk ordusunun genlerinde vardır. Devam ettirilmesi ve geliştirilmesi komutanların ve ülkeyi savunmaktan sorumlu olanların birinci ödevidir” sözleri Türk askerinin bu yetişmişliğine verilecek önemi anlatmaktadır. (Dr. Cihangir Dumanlı, Bütün Dünya dergisi Ağustos 2017 sayısı) 

                               *       *      *

              Mustafa Kemal, 31 Temmuz 1920 tarihinde Afyonkarahisar’da subaylara hitaben konuşuyor:

            “Şahsi ve özel hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıfının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsun bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır. Dolayısıyla subay için ya istiklal ya ölüm vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız”

               O’nun subaylar ve komutanlar ile görüşleri ve değerlendirmeleri çoktur. Nutuk’ta bu konuda söyledikleri de aynı ölçüde değerlidir ve her zaman geçerlidir:

             “Türk Ordusu o cevherde bir ordudur. Yeter ki ona komuta edenler, komuta edebilme vasıflarına sahip olabilsinler! Efendiler, komutanlar askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken, beyinlerini siyasi görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar. Siyasetin gereklerini düşünen başka görevlilerin bulunduğu unutulmamalıdır”

               Emekli Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’a göre “Mustafa Kemal Paşa her zaman reel politikaya inanmıştı. Reel politik ise kendi kuvvetine dayanmayı öngörür. Ona göre ‘kuvvet ordudur’ Ordunun ruhu ise subaylardır. Ordular, subaylarına dayanarak var olabilirler. Bu gerçek bugün için de geçerlidir.”( İlker Başbuğ, 20.Yüzyılın En Büyük Lideri, Remzi Kitapevi, sayfa:212-213)

                           *      *      *

              Hiç kuşkusuz ki, Mustafa Kemal’in ‘Söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır’ öğretisini benimsemiş pek çok çocuğumuz olmuştur. Vatanları için canlarını feda etmiş nice yiğit evlatlarımızın bizlere bıraktığı kutsal vatan toprağında,  Cumhuriyet yönetimimizde özgür ve bağımsız yaşamanın şiarını ilke edinmiş evlatlarımız bugün de pek çok!

              Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademesindeki her bir subayımız, onların komutasındaki her bir eratımız, bugün de Atatürk’ün gösterdiği ‘vazife anlayışını’, ‘komutanına bağlılığını ve fedakârlığını’ yüreğinde söndürülemeyecek duygular içinde yaşamaktadır.

              Onlardır, kendilerine emanet edilmiş demokratik, ulusal ve laik hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve değerlerini benimsemiş ve bu uğurda canlarını esirgememiş Mehmetçikler.

              Onlardır, vatanın bölünmez bütünlüğü, Türk Ulusunun birliği için teröre karşı amansız bir mücadele veren.

              Onlardır, devlet yönetimimizi sahibi olduğu egemenlik hakkı üstüne kurmuş ulusumuzun bağrından çıkardığı Türk Ordusunun çocukları. 

              Onlardır, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir’ ilkesini kalplerinde ve fikirlerinde yaşamış, bu büyük milletin evladı olmanın onurlarını taşıyanlar.

               Onlardır, 1. Dünya Savaşı galip devletlerinin 10 Ağustos 1920 tarihinde Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdikleri Sevr Antlaşması’nı yırtıp atan, Ulusal Kurtuluş Savaşı ile özgür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türk Ulusumun çocukları.  

              Bu duygu ve düşüncelerimizle Anafartalar Zaferi’nin kahramanı, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e ve O’nun yolunda yürüyerek vatanları ve ulusları adına can vermiş şehit ve gazilerimize şükran duygularımızı sunar; anıları önünde saygı ile eğiliriz.

Rufat ŞENER

Atatürkçü Düşünce Derneği Gelibolu Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi

 

Tarih: 08-08-2020

FACEBOOK YORUM
Yorum